TÜRKİYE’DE GENÇ İŞSİZLİĞİNİN YAPISAL NEDENLERİ

Son yıllarda Türkiye ile birlikte pek çok ülkenin de başını ağrıtan işsizlik meselesi, iktisadi krizlerin toplum hayatına yönelik en dramatik yansımalarından biridir. Gelişmekte olan ülkelerin büyük bölümü ile birlikte AB uzun yıllardan beri işsizlikle mücadele etmeye devam ederken bu sorunu yakın zamana kadar fazlaca hissetmeyen ABD ve Japonya gibi ülkeler de son yıllarda işsizlikle mücadele eden ülkeler kervanına katılmıştır. Ancak Türkiye’nin işsizlik meselesi konjonktürel değil yapısaldır. Şüphesiz iktisadi krizler işsizlik oranları yükseltmekte ve meseleyi toplumun daha geniş katmanlarına taşımaktadır. Ancak krizlerin oluşturduğu işsizlik dalgaları iktisadi toplarlanmadan sonra ortadan kalksa da işsizlik oranları yeniden kronik seviyesi olan %10’lar civarına demir atmaktadır. Bu bakımdan ülkemiz açısından işsizliğin esas tartışılması gereken sebepleri konjonktürel değil yapısal sebeplerdir. İşsizliğin yapısal sebeplerinden biri de Türkiye’nin artan ve bununla bağlantılı olarak genç bir nüfusa sahip olmasıdır. Esasen söz konusu genç nüfus hem büyük bir fırsat hem de önemli riskleri beraberinde getirmektedir. Genç nüfus maddi ve manevi açıdan iyi yetiştirilebilir, hem mesleki hem de ahlaki bakımdan yüksek donanıma sahip olursa ve meslek sahibi yapılıp üretken kılınabilirse Türkiye’nin aydınlık geleceğinin en önemli güvencesi olacaktır. Ancak aynı genç nüfus şayet eğitilemez ve eğitimlerine uygun biçimde isthidam edilemez ise bu sefer kendi ellerimizle toplumun geleceğine saatli bir bomba koyuyoruz demektir. Bu bakımdan gençlerin eğitilmeleri ve üretken olmaları büyük önem taşımaktadır. Ancak malesef Türkiye’de işsizliğin yol açtığı sorunları en çarpıcı biçimde yaşayan kesimlerden biri gençlerdir. Türkiye’deki genel işsizlik oranı 2010 yılı itibariyle %11,9 iken bu oran genç nüfus olarak da tanımlanan 15-24 yaş arasında %21,7’dir. Gençler arasında işsizliğin bu derece yüksek olmasının bir çok sebebi vardır. İlk olarak Türkiye’deki işsizliğin en önemli sebeplerinden biri üzülerek söylemek gerekirse vasıfsızlık, mesleksizlik ve çağın gerektirdiği donanıma sahip olamamaktır. Bugün işgücünün yaklaşık %60’ı vasıfsız durumdadır. Bu durum gençler için büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim genç işsizlerin yaklaşık yarısı ilk okul ve daha aşağı düzeyde eğitim almıştır. Yaklaşık %8’i ise herhangi bir okul bitirmemiştir. Buradan da açıkça anlaşılacağı gibi cehalet halen Türk gençlerinin en önemli sorunlarından biri olarak karşımızdadır. Takdir edileceği üzere eğitimsiz bu kesimin önemli bir bölümü herhangi bir meslek sahibi de değildir. Hal böyle olunca mesele yalnızca iş bulmakla çözülmüyor çünkü gençlerimizin istihdam edilebilirliği düşük durumdadır. Eğitimsiz ve vasıfsız gençlere iş bulsanız bile bu durumun kalıcı olması, söz konusu gençlerin bu işlerde uzun süre çalışmaları, verimli ve mutlu olmaları mümkün görülmemektedir. Bu sebeple ilk olarak eğitim çağındaki gençlerimizin mutlaka eğitimlerine devam etmelerinin sağlanması gerekmektedir. Genç işsizliğin bir başka önemli sebebi ise mesleki eğitimin yetersizliğidir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Türkiye’de mesleki eğitime başlama yaşı çok geçtir. Kanaatimce ilk öğretimde mesleki eğitim derslerine yer verilmeli ve mesleki yönlendirme (zorlama olmaksızın, danışmanlık esasına dayalı olarak) başlamalıdır. İlk ve orta öğretim açısından dikkati çeken sorunların başında öğrencilerin mesleki eğilim ve kabiliyetlerinin keşfedilmesindeki yetersizlik gelmektedir Bunun sonucunda bir çok öğrenci daha ilk okul yıllarından itibaren yanlış yönlendirmelerin etkisiyle ilgi duymadığı veya kabiliyetine uygun olmayan mesleklere yönelmekte ve böylece uzun vadede hem işgücünün verimliliği düşmekte hem de istihdam edilebilirliği azalmaktadır. Bu dönemde el becerisi, sanat, spor gibi belirli kabiliyetlere sahip olan çocuklar seçilmeli ve ilgili alanlara yönelmeleri konusunda teşvik edilmelidir. Üstelik sanat, spor ve zanaat gibi mesleklere yönelmek isteyen çocuklar meslekleri ile eğitimleri arasında bir tercih yapmak durumundan kurtarılmalı arzu ediyorlarsa eğitimlerine devam ederken mesleki faaliyetlerini yürütebilmelidir. Buna ilave olarak ilk okullarda çocukların berlirli meslekleri öğrenmelerinin kendi kişisel gelişimlerine sağlayacağı katkı da dikkate alınarak bu konuda gerekenler yapılmalıdır. Mesleki eğitimin lise boyutu ise malesef daha sorunlu bir alan olarak karşımızda durmaktadır. Öncelikle meslek liselerinin zaten sorunlu olan durumu 28 Şubat sürecinin akıl tutulması döneminde iyice iyiden bozulmuştur. İdeolojik sebeplerle gençler madur edilmiş, mesleki eğitim büyük bir darbe almıştır. Meslek liselerinin katsayı meselesi büyük ölçüde çözülse de halen devam etmektedir. Bu sebeple üniversite imtihanlarında meslek liselerine yönelik kısıtlama ve engeller bütünüyle kaldırılmalı, meslek liselerinin iş hayatıyla irtibatı güçlendirilmeli, üniversiteye gitmek istemeyen veya buna kabiliyeti olmayan gençlerin istihdam edilmesine yönelik özel önlemler alınmalıdır. Diğer yandan meslek lisesine gitmeyen lise çağındaki gençler için de düzelenen mesleki eğitim kurslarının sayıları arttırılmalı ve söz konusu kurslarla iş dünyasının ilişkileri güçlendirilerek gençleri aktif iş gücüne ve istihdama kazandıracak projeler geliştirilmelidir. Bu kapsamda mümkünse tüm gençlerin üniversiteye gelmeden bir meslek öğrenmeleri sağlanmalıdır. Mesleki eğitimde ilk ve orta öğretim şüphesiz önemli olsa da bilgi toplumlarının rekabet gücü büyük ölçüde bilgi işçilerinin üretkenliğinden gelmektedir. Bu bakımdan üniversitelerdeki eğitimin piyasanın talep ve ihtiyaçlarına uygun yapılması büyük önem taşımaktadır. Bilindiği gibi Türkiye’deki yüksek eğitim sistemi (modern anlamda üniversiteler) başlangıçta askeri ihtiyaçlardan yola çıkarak oluşturulmuştur. Mühendishane-i Bahri Hümayun, Mühendishane-i Berri Hümayun, ve Mekteb-i Tıbbiye gibi ilk modern anlamda üniversiteler bu amaca uygun olarak tanzim edilmiştir. Daha sonra kamuya yönetici yetiştirmek gibi bir amaç ön plana çıkmaya başlamış ve zamanın en ünlü üniversitelerinden olan Mekteb-i Mülkiye kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında da devletçi bir ekonomik anlayışın (şartların zorlaması ile) benimsenmesine paralel olarak devlete yönetici yetiştirme amacının üniversitelerde hakim olduğu görülmektedir. Daha sonraki yıllarda özel sektörün kademeli olarak gelişmesine paralel olarak üniversite mezunlarının önemli bir bölümü özel sektörde çalışmaya başlamıştır. Bu arada gerek özel sektör gerek kamu idaresinde vasıf beklentileri hızla değişmiştir. Ancak bu süreçte üniversitelerimiz malesef kendisinden beklenen dönüşüme cevap vermekte geç kalmıştır. Bu durum mesleki eğitime de yansımış ve üniversiteler ile iş dünyası arasındaki uçurum bir türlü giderilemediğinden üniversite eğitiminden istenilen sonuçlar elde edilememiş ve mezunlar iş dünyasının beklentilerini karşılamada yetersiz kalmıştır. Son yıllarda üniversitelerin bünyelerinde açılan teknoloji merkezleri, tekno-parklar, KOSGEB merkezleri, ileri teknoloji merkezleri ve sürekli eğitim merkezleri gibi üniversite-iş dünyası işbirliğini geliştirmeye yönelik birimlerin sayıları ve faaliyet alanlarındaki artış sevindirici olmakla birlikte gelinen noktanın arzu edilenden uzak olduğu aşikardır. Bu anlamda söz konusu merkezlerin daha aktif hale getirilmesi, özellikle bu merkezler ile ilgili üniversiteler arasındaki istihdam teşviklerinin arttırılması, ders müfredatlarının yeniden gözden geçirilmesi, derslere iş dünyasını bilen uzmanların çağrılması, doğru planlanmış stajlar ve proje ödevleri ile öğrencilerin iş dünyasını daha yakından tanıma imkanlarının arttırılması gibi uygulamaların yaygınlaştırılmasında fayda vardır. Mesleki eğitmin örgün eğitimin dışında da devem ettirilmesi ve yaygınlaştırılması büyük önem arz etmektedir. Günümüzde “hayat boyu eğitim” kavramı ile de ifade edilmek istenen husus esasen eğitimin özellikle de mesleki eğitimin yaşı, pozisyonu ve unvanı ne olursa olsun herkes için gerekli olan ve “beşikten mezara kadar” devam eden bir süreç olduğudur. Bu konuda üniversitelerle birlikte, yerel yönetimlere, iş dünyasını temsil eden kuruluşlara, işçi sendikalarına ve diğer ilgili kamu ve sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir. Gençlerin işsiz kalmasında her seviyede mesleki eğitim yetersizliğinin önemli bir rolü bulunsa da meseleyi sadece eğitimle çözmek mümkün değildir. Bu konudaki eksikliklerden biri de gençlerin yenlikçi ve girişimci yönlerinin açığa çıkarılamamasıdır. Tabi bunun için öncelikle gençlerin bilgilendirilmeleri ve cesaretlendirilmeleri gerekmektedir. Günümüzde çeşitli sivil toplum kuruluşlarının gençlerin girişimciliğini desteklemek üzere yaptıkları organizasyonlar bu alanda önemli bir ihtiyaca cevap vermektedir. Bu organizasyonların artarak devam etmesinde büyük fayda vardır. Ancak konunun bir diğer boyutu da gençlerin ortaya koyacağı girişimleri finansal ve idari açıdan destekleyecek bir sistemin eksikliğidir. Gençlerin üreteceği projelerin devlet destekli teşvik programlarından yararlanmalarının sağlanmasının yanında kar-zarar ortaklığı modeliyle finansal destek sağlanabilirse pek çok gencin hayalini kurduğu projeler hayata geçirilebilir. Bu anlamda katılım bankaları başta olmak üzere finans kuruluşları ve bankalar da bu gibi projelere kar-zarar ortaklığı (venture capital) modeli ile faizsiz kredi destekleri vermelidir. Bu konudaki güven eksikliği ise iş adamı dernekleri ve üniversitelerin yapacakları işbirliği ile aşılabilir. Bir diğer ifade ile gençler projelerini getirirler, üniversiteler bu projenin fizibilitesini ölçer ve uygun bulursa bunlara yönetim danışmanlığı desteği verir, iş adamları dernekleri projenin hayata geçirilmesine destek olurlar, başlangıç aşaması için kamu kurumlarının teşviklerinden istifade edilebilir ve projenin devamı için de kar-zarar ortaklığı modeli ile finansman desteği sağlanabilir. Esasen katılım bankacılığının ana gövdesi olarak görülen kar-zarar ortaklığı modeli çeşitli sebeplerle Türkiye’de yeterince hayata geçirilememiştir. Bunda şüphesiz katılım bankalarının haklı gerekçeleri bulunmaktadır. Ancak söz konusu model uygulanabilirse hem katılım bankacılığı açısından önemli bir fırsat olacak hem de gençlerin girişimciliğinin önü açılacaktır. Genç işsizliğinin bir diğer sorunu ise şirketlerin gençlere yönelik tutumudur. Pek çok şirket iş tecrübesi ve mesleki bilgisi yeterli olmayan gençleri (kendilerince haklı sebeplerle) işe almamaktadır. Ancak işe alınmazlarsa bu gençler nasıl meslek öğrenecek ve nasıl iş tecrübesi elde edeceklerdir? Bu bakımdan şirketlerimizin personel yetiştirme politikalarını yeniden ele alarak gençleri istihdam etme ve geliştirme konusunda daha aktif rol oynamaları hem onların katma değerinden daha fazla istifade etmelerini hem de gençlerin daha kolay iş bulmasını sağlayacaktır. Genç işsizliği ile ilgili bir diğer sorun gençlerin iş bulma ümidinin kırılmasıdır. Uzun süre iş bulamayan veya birden çok defa işsizlik sendromunu yaşayan kişilerde ve özellikle gençler arasında ümidi kırılmış (discouraged) işsizlerin sayısı artmaktadır. Ümidi kırılmış gençler hayatlarının en verimli yıllarını sokaklarda veya kahvehane köşelerinde harcamakta ve böylelikle Türkiye büyük bir enerji potansiyelini ve belki de yarınlarını riske etmektedir. Bu sebeple başta gençler olmak üzere işsizlere yönelik alınabilecek diğer bir tedbir söz konusu kişilerin iş arama süreleri dışındaki zamanını üretken faaliyetlere yönlendirmek şeklinde olmalıdır. Bu noktada sivil toplum kuruluşları ile işbirliği yapılarak bu gençler gönüllü faaliyetlere yönlendirilebilir ve böylece zamanlarını topluma yararlı işlerle geçirmeleri sağlanabilir. Bu durum hem işsiz olmanın kişiye yükleyeceği “faydasız olma”, “işe yaramama” gibi olumsuz duyguları ortadan kaldıracak hem de toplumun bu kişilere bakış açısını değiştirecektir. Diğer yandan bu dönemde gençlerin psikolojilerinin bozulmaması için söz konusu gençlere yönelik psikolojik ve manevi yönden de destek sağlanmalıdır. Ayrıca gençlerde işsiz kalmanın getirdiği moral bozukluğu ve stres ile suça yatkınlığın, alkol ve sigara başta olmak üzere bağımlılık yapan madde kullanımının artması sıkça görülen durumlardır. Bu bakımdan söz konusu riskleri taşıyan gençlere yönelik özel önlemler alınması gerekmektedir. Son olarak gençlerin istihdamına yönelik geliştirilen teşviklerin önemine işaret etmek istiyorum. Yapılan teşviklerin genç istihdamını arttırdığı görülürken bu artışın devam etmesini ümit ediyorum. Böylelikle gençlerimiz hayatlarının en verimli yıllarını, iş arayarak, kahvehane köşelerinde kağıt oynayarak veya sokaklarda gezinerek geçirmeyeceklerdir. Kendilerine, ailelerine ve ülkelerine faydalı birer yurttaş olarak çalışacaklar, üretecekler ve Allah’ın kendileri için takdir ettiği rızkı alınlarının teri ile arayacaklardır. Nitekim, gençleri üretken olmayan ve onların enerjisini doğru yöne kanalize edemeyen bir toplumun geleceğe güvenle bakması mümkün değildir.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp